(Yazar: Dr. Muhammet ÖZTABAK) “Kızılderili reis‚ atlarını dörtnala süren kabile üyelerine: “Durun!” diye seslenir. Herkes durur ve atlarından iner. İçlerinden biri sorar: “Büyük Şef‚ ne oldu‚ neden durduk?” Şef‚ cevap verir: “O kadar hızlı gidiyoruz ki‚ r
Tarih: 6.5.2013 | Okunma: 5000
Dr. Muhammet ÖZTABAK
Kiskaçtaki Çocukluk
“Kızılderili reis, atlarını dörtnala süren kabile üyelerine: “Durun!” diye seslenir. Herkes durur ve atlarından iner. İçlerinden biri sorar: “Büyük Şef, ne oldu, neden durduk?” Şef, cevap verir: “O kadar hızlı gidiyoruz ki, ruhlarımız geride kaldı.”
Evet o kadar hızlı gidiliyor ki bedenler önde fakat çocukluklar geride kalıyor. Karşımıza yetişkin gibi çocuklar çıkıveriyor.
Küçük yaşta makyaj yapan, topuklu ayakkabı veya takım elbise giyen, büyüklerin ağzıyla konuşan, büyümüş de küçülmüş çocuk tipi gün geçtikçe çoğalmaktadır. Bundan ne kadar şikayet edilse de anne-baba kendi küçülmüş hallerini veya küçük yetişkinleri görünce evlatlarından gurur duyar hale gelmiştir. “Bak teyzesi benim kızım/oğlum ne kadar da güzel abla/ağabey oldu”, diye iftihar etmektedir.
Belli davranışları anlama ve yorumlama olgunluğunda olmayan çocuklar, yaşının üzerindeki davranışlara özendirilmekte, özellikle de televizyon ve internetin etkisiyle sürekli yetişkin olmaya zorlanmaktadır. Çocuğu tüketim aracı olarak gören ve onu nesneleştiren reklam sektörü ve daha geniş anlamda kapitalist sistem, çocuğu çocukluğuyla yalnız bırakmamaktadır. Sürekli rekabete, başarıya, yarışa, tüketime, çağdaşlığa, mükemmelliğe, zirveye, özgürlüğe, bireyselliğe, eğlenceye vb. noktalara atıfta bulunulmakta ve çocuklara bir an önce buralara ulaşmaları gerektiği mesaj olarak verilmekte, suni hedefler gösterilmektedir.
Oyun ve oyuncak kültürü kökten değişmiştir. Yerli kültürü aktarma yollarından biri olan oyunlar, oyuncaklar, hikayeler, masallar, folklorik öğeler yerlerini tamamen yabancı kültürlerin hegomonyasına bırakmıştır. Yemesiyle, içmesiyle, giyimiyle, idolleriyle, kahramanlarıyla apayrı bir kültürle karşı karşıyadır çocuk. Zaten dünyanın globalleşmesi de bu demektir. Üretici binbir model farklı malı üretip binbir farklı kültür topluluğuna pazarlamaktansa, bir malı üretip aynılaşmış, birbirine benzeşmiş binbir topluluğa satması daha karlı ve daha akılcıdır.
Çocukları birey olarak kabul etmek demek, onları yetişkin birey yerine koyun demek değildir. Çocuk çocuktur. Bir kere söylendiğinde bir şeyi anlaması, yapma deyince yapmaması, fazla soru sormaması, uslu durması çocuktan istenen fakat çocukta olmayan özelliklerdir. Çocuklarla paylaşımda bulunun demek, kendi sorunlarınızı veya her mevzuyu onlarla konuşun demek değil, onların yaşlarına ve seviyelerine uygun konuları konuşmak demektir.
“Ne var bunda üzülecek?”, “Ağlama sulugöz”, “Büyü biraz, yakıştıramadım bunu sana”, “Şimdi soru sormanın zamanı mı?” gibi tepkilerle çocukların doğallıkları örselemek, duygu ve düşüncelerini ifade etmelerini engellemek, davranışlarını kısıtlamak yaşanmamış çocukluklara neden olmaktadır, bu da ileride kişilik sorunlarına.
Rekabetçi piyasa koşulları eğitimi de rekabetçi hale dönüştürmüştür. Sınavlar meydan muharebeleri gibidir, kazananlar (veliler de dahil) muzaffer bir kumandan edasındadırlar. Çocuk küçük yaşta savaşa (pardon sınava) hazırlanan asker konumunda SBS, OKS, STS, ÖSS vb. sınavlar da yenilmesi gereken düşman konumundadır. Diploma almak eğitimli olmakla eş düzeyde düşünülmektedir. Tabi ki bu hengamede hayatta kalmak çocukluğunu yaşamaktan daha önemlidir, zaten hayatta kalamazsan çocukluğunu da yaşayamazsın.
Ebeveynler çocukların maddi ihtiyaçlarını karşılamaya kendilerini öyle kaptırmışlar ki duygusal ve sosyal ihtiyaçlar neredeyse unutulmuş durumdalar. İçi kof modern kültür bedenlere hitap ederken, ruhlar gerçekten de geride ve aç kalıyor. Bu açlığı da gençler sigara, alkol, uyuşturucu, şiddet, cinsellik vb. durumlarla doyurmaya çalışıyorlar.
Çocuklar erken yaşlarda cinsel içerikli mesajlara (klipler, reklamlar, filmler, dergiler, gazeteler, internet gibi yollarla) maruz kalmaktadırlar. Bu kadar yoğunluk çocukta cinselliğin her yerde ve sürekli olduğu fikrini aşılamakta, bu merakı yaşından önce tatmin etme isteği artmaktadır. Sonuçta duygusal zedelenmeler oluşmaktadır.
Çocukluk, oyun, merak, keşif, kişiliğin gelişmesi, sosyalleşme, temel becerilerin kazanımı, kimlik oluşumu çağı iken erken sorumluluklar strese yol açmakta ve beklentileri artırıp çocukluk dönemini kısaltmaktadır.
Bazen hayatta başarılı olmuş kişilerle yapılan röportajlarda şunu sıklıkla duyarız; “çocukluğumu yaşayamadım, çocuk yaşta çalışma hayatına atıldım.” Öncelikle burada dikkat çekilmesi gereken iki nokta var; birincisi genelde hayatta başarılı diye bizlere sunulan kişiler zengin olmuş kişilerdir. Acaba zenginlikleri dışında diğer alanlarda (aile hayatı, çocuklarını yetiştirme, kendilerini geliştirme gibi) başarılılar mı? İkincisi ise, kim bilir içlerinde kalan bu ukdeyi nasıl telafi etmişler veya çocukluğunu yaşayamamak onlarda ne gibi izler bırakmıştır.
Nasıl ki yeterli sudan, havadan, güneşten, gübreden mahrum bırakılan bitkinin gelişimi eksik olur, engellenen çocuğun da gelişiminin eksik olması kaçınılmazdır. Çocuklarımıza taşıyamayacaklarından fazlasını yüklemenin, ileride taşıyabileceklerinden de mahrum etmek anlamına geldiği unutulmamalıdır.
Dr. Muhammet ÖZTABAK
Psikolojik Danışman
|
20.4.2012 | Okunma: 9986
6.5.2013 | Okunma: 5000
( Mevlana )
Derslik
» Aile İçi İletişim» Karneleri Nasıl Yorumlayalım
» Çocuğun Tv ve İnternet Bağımlılığı
» Sınav Başarısı mı? Yaşam Başarısı mı?
» Öğrenmeyi Öğrenme
Kütüphane
» Küçük Ağacın Egitimi» Haftanın Kitabı
» Umut Işığı
» İnsanin içindeki iyilik ve kötülük
» Hayat İçin Oyun Planı
Pano
» Akit TV prog» TGRT Fm Program.
» Baba Buluşmaları Başlıyor...
» TGRT Fm Program
» TGRT Fm Prog.
Tenefüs
» Hali Ahvalimiz» Hayata Direk Baglanin
» Haftanin Karikatürü
» AYAKKABICI
» Haftanın Karikatürü
İnsan Yetiştirmek
AYAKKABICI
Ayakkabici, yeni getirdigi mallari vitrine yerlestirirken, sokaktaki bir çocuk onu seyretmekteydi. Okullar kapanmak üzere oldugundan, spor ayakkabilara ragbet fazlaydi. Gerçi mallar lüks sayilmazdi ama, küçük bir dükkân için yeterliydi. Onlarin en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine dogru biraz daha yaklaşti. Fakat bir koltuk degnegi kullanmaktaydi. Hem de güçlükle...
Adam ona bir kez daha göz atti. Üstündeki pantolonun sol kismi, dizinin alt kismindan sonra bostu. Bu yüzden de saga sola uçusuyordu. Çocugun baktigi ayakkabilar, sanki onu kendinden geçirmisti. Bir müddet öyle durdu. Daldigi hülyadan çikip yola koyuldugunda, adam dükkândan disari firlayip:
- "Küçüüük!" diye seslendi." Ayakkabi almayi düsündün mü? Bu seneki modeller bir hârika!"
Çocuk, ona dönerek:
- "Gerçekten çok güzeller!" diye tebessüm etti, "Ama benim bir bacagim dogustan eksik".
- "Bence önemli degil!" diye atildi adam. "Bu dünyada her seyiyle tam insan yok ki! Kiminin eli eksik, kiminin de bacagi. Kiminin de akli veya vicdani."
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konusmayi sürdürdü:
- "Keske vicdanimiz eksik olacagina, ayaklarimiz eksik olsa idi."
Çocugun kafasi iyice karismisti. Bu sefer adama dogru yaklasip:
- "Anlayamadim!. dedi. Neden öyle olsun ki?"
- "Çok basit!" dedi, adam. "Eger yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hâttâ sakat insanlar, saglamlara oranla, daha fazla mükâfat görecekler..."
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acilar, hafiflemis gibiydi. Adam, vitrine isâret ederek:
- "Baktigin ayakkabi, sana yakisir!" dedi. "Denemek ister misin?"
Çocuk, basini yanlara sallayip:
- "Üzerinde 30 lira yaziyor" dedi, "Almam mümkün degil ki!"
- "İndirim sezonunu senin için biraz öne alirim!" dedi adam, "Bu durumda 20 liraya düser. Zâten sen bir tekini alacaksin, o da 10 lira eder."
Çocuk biraz düsünüp:
- "Ayakkabinin diger teki ise yaramaz!" dedi, "Onu kim alacak ki?"
- "Amma yaptin ha!" diye güldü adam. "Onu da, sag ayagi eksik olan bir çocuga satarim."
Küçük çocugun akli, bu sözlere yatmisti. Adam, devam ederek:
- "Üstelik de ögrencisin degil mi?" diye sordu.
- "İkiye gidiyorum!" diye atildi çocuk, "Üçe geçtim sayilir."
- "Tamam iste!" dedi adam. "5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalir 5 lira. O da zâten pazarlik payi olur. Bu durumda ayakkabi senindir, sattim gitti!"
Ayakkabici, çocugun saskin bakislari arasinda dükkâna girdi. İçerdeki raflar, onun begendigi modelin ayniyla doluydu. Ama adam, vitrinde olani çikartti. Bir tabure alip döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabisini giydirdi. Ve çikarttigi eskiyi göstererek
- "Benim satis islemim bitti!" dedi, "Sen de bana, bunu satsan memnun olurum."
- "Saka mi yapiyorsunuz?" diye kekeledi çocuk, "Onun tabani delinmek üzere. Eski bir ayakkabi, para eder mi?"
- "Sen çok câhil kalmissin be arkadaş..." dedi adam, "Antika esyalardan haberin yok her hâlde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabin, bence en az 30-40 lira eder."
Küçük çocuk, art arda yasadigi soklari üzerinden atabilmis degildi. Mutlaka bir rûyada olmaliydi. Hem de hayatindaki en güzel rûya. Adamin, heyecandan terleyen avuçlarina sikistirdigi kâgit paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralik banknotu geri vererek:
- "Bana göre 20 lira yeterli." dedi. "İndirim mevsimini baslattiniz ya!"
Adam onu kiramayip parayi aldi. Ve bu arada yanagina bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sigmiyordu. Eger bütün mallarini bir günde satsa, böyle bir mutlulugu bulamazdi. Çocuk, yavasça yerinden dogruldu. Sanki koltuk degnegine ihtiyaç duymuyordu. Simsicak bir tebessümle tesekkür edip:
- "Babam hakliymis!" dedi. "Sakat oldugum için üzülmeme hiç gerek yok! demisti."
* Her Rüzgar Savuracak Bir Toz bulur,
* Her Hayat Yasanacak Bir Can Bulur,
* Her Umut Gerçeklesecek Bir Düş Bulur
* Bulunmayacak Tek Sey Senin Benzerindir
HAYATTA NE ÖĞRENDİM?
Sonsuz bir karanligin içinden dogdum. Isigi gördüm, korktum. Agladim.
MEVLANA
1975 yılında Burdur / Bucak / Ürkütlü Kasabasın'da çiftçi bir ailenin 2.çocuğu olarak dünyaya geldi.İlk ve orta tahsilini Ürkütlü'de tamamladı.Antalya Aksu Anadolu Öğretmen Lisesini ve yatılıyı kazanması hayatın kendisi ve öğretmenlik ile tanışmasının ilk adımı oldu.Marmara Üniversitesi Fizik Öğretmenliği(ing) 2.sınıfta iken ders vermeye başladı.Lise 1 de öğrenci olarak olarak başladığı yurt hayatına üniversite sonda yurt müdürü olarak son verdi. Üniversite bitince İstanbul'da özel bir kolejde 5 yıl fizik öğretmenliği yaptı. Kendi işini kurmaya karar verdikten sonra önce bir etüd merkezi sonrada bir dershane açtı. Bu kurumlarda hem öğretmenlik hemde idarecilik yaptı.Halen ülkemizin seçkin eğitim kurumlarından bir tanesinde eğitim yöneticiliği yapmakta olan Mustafa TEZCAN evli ve 2 çocuk babasıdır.